Sirge Uşak’a 56 km uzaktadır. Saruhan Sancağı’na bağlı bir nahiye merkezi idi. 1780-1800 yılları arasında Kaçar beyleri kendilerine bağlı obalar ile birlikte Sirge, Yenişehir çevre-sine Salihli Kazası Gölmarmara Bintepeler’den gelmişlerdir. O zamanlar Sirge, Yenişehir, Şarta (Selendi), Takmak, İnay, Güre kasabaları, merkezi Manisa olan Saruhan (Sancağı’na bağlı idiler.
Sirge’nin tarihi ilk çağlara dayanır. Lidyalılar Döneminde önemli bir yerleşim merkezi idi. Tarihî ipek ve kervan yolu üstünde oluşu, arazilerinin çoğunluğunun düz ve verimli oluşu buranın önemini artırıyordu. Sirge’nin üzüm bağları çoktu. Kavun karpuz ekimi de yapılırdı. El dokumacılığı gelişmiş, çok üretim yapılırdı. Sirge adı nereden gelir? Sirge, adını Sirge yörüklerinden almıştır. Sirge Yörükleri bugünkü Antalya iline bağlı Gazipaşa (Selendi) ile Alanya (Alaiye) arasındaki yaylaklarda dolaşırlardı. El dokumacılığı, ipek böceği yetiştiriciliği ve ipek dokumacılığında mahir idiler. Halen o bölgede Sirge adında bir köy vardır. Toroslar’dan batıya göç ederek Sirge Köyünü kurmuşlardır.
Kütahya İlinin bir kazası olan Uşak, 1953 yılında il yapılınca Sirge; Eşme, Yenişehir, Güre, İnay ile birlikte Uşak İline bağlanmışlardır.
Açıklama: 1873 yılında Alanya çevresinde yapılan nüfus sayımında köylerin nüfusu ve hane sayısını gösteren 65 sayılı tabloda Sirge Köyünün nüfusu 86, hane sayısı 28 olarak gösterilmektedir.
KAÇARLARIN SİRGE ÇEVRESİNE GELİŞLERİ
Kaçar beyleri kendilerine bağlı obalar ile birlikte çok geniş araziler alıyorlardı. Gölmarmara’dan, Bugünkü Balıkesir ili olan Karasi Sancağı’na bağlı Sındırgı, bugünkü Denizli İline bağlı Güney ve Murat Dağı yaylaları içinde olmak üzere Eski Banaz çevresine kadar olan yerlerde çok geniş alanlara yayılarak birçok araziyi ele geçirdiler. (Kaynak kişi: Salih Kaya 1923 doğumlu)
Kısa sürede Sirge ve çevresini de zor kullanarak ele geçirdiler. Köyler, mezralar kurdular. Ele geçirdikleri yerlerde kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımıyorlardı. Kaçarlar’dan Yörük beyleri yerli halkı korkutup sindirerek topraklarını gasp ediyorlardı.
UŞAK ÇEVRESİ İLE MERKEZ YÖRÜKLER MAHALLESİNE İSKAN EDİLEN KAÇAR (GACAR) YÖRÜKLERİ KİMLERDİR?
Kaçarlar (Gacarlar) kimlerdir? Oğuz boyundan olan Kaçarlar, Şahsevenler olarak da bilinirler. Şahseven Türkleri İran’da önemli bir unsur olarak kendilerini göstermişlerdir. Fars kültüründen etkilenerek İran Şiası’na bağlanmışlardır. Gerek dinî gerek siyasî olarak yöneten, yönlendiren kadroları bünyelerinden çıkarmışlardır. Safevî Hanedânı’ndan sonra Kaçar Hanedân’i yüzyıllarca İran’ı yönetmiştir. Safevî ve Akkoyunlu Devleti’nin kuruluşunda da öncü güç olmuşlardır. İran’da ruhanî sınıfın Ayetullah Humeynî ve Ali Hamaney gibi en büyük önderleri de bunlar arasından çıkmıştır. Günümüzde İran İslam Cumhuriyeti’nin sınırları içinde bir milyonu aşkın nüfuslu Kaçaristan Özerk Bölgesi vardır.
KAÇARLAR ANADOLU’YA NE ZAMAN GELDİLER?
1071 Malazgirt Zaferi ile birlikte bütün Türk boylarına mensup oymak ve cemaatlere açılan Anadolu’ya girerek fetihlerde en önde savaşarak Anadolu’nun bir Türk yurdu olmasına çok büyük katkıları olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundaki emekleri yadsınamaz. Fatih Sultan Mehmed ile İstanbul’un fethedilişinden sonra Osmanlı İmparatorluğu yönetim anlayışını değiştirmiştir.
BUNDAN SONRA NE OLMUŞTUR?
Osmanlı Devleti’ni kuran öz be öz Türk oymakları yadsınarak unsur-ı aslî (asıl unsur) yavaş yavaş tecrid edilerek Devletteki itibarları düşürülmüş yöneticilik durumundan üvey evlat durumuna sokulmuşlardır. Ordu komutanlıklarına, sadrazamlıklara, vezirliklere, kadılıklara, Saray içindeki en önemli mevkilere devşirmeler getirilerek Bizans Medeniyetinin etkisiyle Türk devleti olmaktan çıkarılıp kozmopolit bir yönetim anlayışı benimsenmiştir. Bu durumda Osmanlı Devletini kuran Türk- Türkmen oymakları birinci sınıftan ikinci sınıf reaya durumuna düşürülmüşlerdir. Onuru kırılan Türk oymakları ana gövdeden koparak kırgın bir şekilde geriye Azerbaycan’a, İran’a ve Horasan’a göç etmişlerdir. Bir kısmı da Diyar-ı Bekir ve Musul çevresine göçmüşlerdir.
Geriye göç ederek Akkoyunlu Devleti’ne katılan oymaklar: Avşar, Kaçar, Karamanlı, Dulkadirli, Varsak, Rumlu, Şamlı, Tekeli (Tekeili), Karadağlı, Ustacalı, Bayburtlu, Çaparlı oymaklarıdır.
1473 Otlukbeli Savaşında Uzun Hasan Bey’in yenilmesi ile Anadolu’da mezhep kavgaları doruğa çıkmış ve kardeş kardeşi boğazlamıştır. Kaçabilenler kaçmış, kaçamayanların önde gelenleri öldürülmüş arta kalanlar sürgün edilmişlerdir.
Bugün Uşak havalisinde yaşayanlar; Kaçar, Kızılkeçili, Sarıkeçili, Sarıtekeli, Avşar, Harmandalı (Harbendellü), Karamanlı, Kayı, Dulkadirli oymakları ile 14 cemaat halinde gelen Akkoyunlu Yörüklerinin torunlarıdır.
2 .GÜN
İRAN, IRAK VE SURİYE’DEN ANADOLU’YA GÖÇLER
Öz Türk aslından ve anası yönünden Uzun Hasan’ın torunu olan Şah İsmail, eğitimli, çok bilgili sanat ve edebiyatla uğraşan ileri görüşlü bir sultan idi. Osmanlılarca horlanıp aşağılanan, Devlet idaresinden dışlanan Türk oymaklarını bir araya getirip onurlarını geri verince yepyeni bir Türk Devleti vücuda getirmiştir. Çaldıran Savaşı’nda Yavuz Selim’in en çevik vurucu gücü; devşirilerek asker edilen Hristiyan çocukları olan Yeniçeriler idi. Diğerleri; Sırp süvariler, Hırvat, Ulah, Arnavut, Mekadon, Bulgar, Rum askerleri idi. Yine emrinde devşirmeler ile Ermeni, Sırp, Hırvat; Yunan, Bulgar subaylar vardı. Bu Savaşta yüzlerce yıldan beri savaştan savaşa koşarak birçok fetihlerde değerli hizmetleri olan ve Osmanlı Devleti’ni kuran Türk oymakları, devşirme Hristiyan askerlerinin yardımıyla kendi kardeşleri olan bir sultan eliyle katledildiler. Savaştan sonra anlaşan Türk oymaklarının bir bölümü İran, Suriye yönünden Toroslara geldiklerinde çok değişmeler olduğunu görerek daha batıya Menteşe (Muğla), Aydın, Saruhan yörelerine geldiklerinde on yıllar geçmiştir. Osmanlı Devleti dağınık halde dolaşan bu Göçer Türkleri Salihli Gölmarmara Bintepeler’de toplayıp bölük bölük dağıttı. Bunlar; Kaçar (Harmandalı, Harmandellü) Sarıkeçili, Kızılkeçili, Karakeçili, Sarıtekeli, Varsak (Kozan), Avşar yörükleridir.
UŞAK SARUHAN (MANİSA) AKKOYUNLU CEMAATLERİ İLE DOLU İDİ
Uşak Manisa arasındaki yörük cemaatleri Uşak çevresindeki yaylalara çıkıyorlardı. Murat Dağı, Ahır Dağı, Bulkaz Dağı, Elma Dağı, Ericeova[2], Küçük Kuzukulak[3], Büyük Kuzulak[4], Sulucain[5], Tashan[6] yaylaları bu yörükler ile dolu idi. Ancak yaylalarda çokça otlak kavgaları olurdu. Çok büyük koyun, keçi, sığır, deve sürüleri vardı. Baltalı, Comburt[7], Aşağı Karacahisar köylerindeki yaylalar ile Ericeova (Bağbaşıı), Fırıncıkırı[8] (Eğlence), Gürlek yaylalarını ele geçirip yurt edindiler. Ancak bazı yaylalar yerli halk ile girilen kavgalar sonunda ellerinden çıkmıştır. Yörüklerin bir bölümü de yaylalara yakın yerlerde kurdukları köylere ya da kurulu köylere yerleştiler.
UŞAK YÖRÜKLER MAHALLESİNDE KAÇAR YÖRÜKLERİ
Uşak Yörükler Mahallesine yerleştirilen Kaçar yörük aileleri en çok Kargalar (Kargılar) sülalesindendirler. Bunlar Yörükler Mahallesine[9] yerleşmelerine rağmen yazları Murat Dağı yaylalarına çıkmayı sürdürmüşler, yayla hayvancılığının yanısıra yayla yakınındaki kırlardan toprak alarak tarım ile de uğraşmışlar ve yeni yeni köyler kurmuşlardır.
Kargalar en çok Sirge Köyüne ve Kısıklı, Delibaşlı, Harmandere, Çaykışla, Dışkaya, Taşkonak, Ulucak, Yenişehir köylerine yerleşmişlerdir. Kargalar’ın ataları Toroslarda yaşıyorlardı. Geriye göçlerde Güney Azerbaycan ve Urumiye Gölü çevresine yerleştiler. Çaldıran Savaşı’ndan sonra Suriye ve Kozan, Adana, Mersin üzerinden Selenti (Gazipaşa) ile Alaiye (Alanya) arasındaki topraklara kondular. Bir bölümü sürekli batıya giderek Menteşe Dağları’ndan Aydın havalisine ve Gölmarmara Bintepeler’e geldiler. Uşak’a da buradan geldiler.
Salih Kayacı anlatıyor (1923 doğumlu, 93 yaşında Kaçar yörüğü): Atalarımız Salihli Gölmarmara Bintepeler denen yerden Uşak yaylalarına çıkıyorlardı. Halen Adala kasabasında akrabalarımız vardır (Dokuz Aliler ya da Dokuzdirhem Aligiller). Yenişehir yakınında Cingen Deresi’nden başlayarak Salihli Bintepeler’e kadar olan yerlerin tapusunu dedemin kadı olan babası üstüne çıkartıp almıştır. Babamın babası dedem iki kardeş imişler. Aktaş, Helimli, Dervişli köyleri babamgile babamın babası dedemden kalmıştır. Ancak babaları onlar küçük yaşta iken (babam dört yaşında imiş) öldüğü için miras kalan arazileri bilmiyorlarmış. O yıllarda Takmak Nahiyesinde tapu işlerine Göde Veli ile Hacı Damet bakıyorlarmış. Babamgil Takmak’a arazilerinin kaydını çıkartmak için gitmişler. Tapu işlerine bakanlardan birisi: Bana bir şişe rakı alın, ben sizin arazilerinizin kaydını çıkartıvereyim, demiş. Babam buna çok içerleyip; benim param size nasip olmasın, deyip çekip gitmiş.
Dedemin iki oğlundan biri babam Hüseyin Ali, diğeri amcam Salih’tir. Salih amcamı Elmadağı’ında eşkiya öldürmüş. Babamın kızkardeşleri çok imiş. Babam Çerkez Ahmet’in kızı olan annem ile evlenmiş. Bir atı varmış yanına kimseyi sokmazmış. Atalarımız Kaçar yörüklerinden olup İran’dan gelmişlerdir. Salihli Sart’ta, Kapancık, Yenişehir, Ahmetli, Yeşilkavak, Puslu, Emirfakih (Yörük Osmanlar ana soyundan), Uşak İleşler (Altıntaş) köylerine yerleşmişlerdir. İbrahim Çavuşgil, Yörük Ahmet oğlu Yörük Ali sülalesi, Yörük Mehmed, Yörük Ümmet oğulları, Salihli Adala Köyünde Eşme Puslu Köyüne yerleşmişlerken Elmadağı’na yaylaya çıktığı günlerde köyü Yunan işgaline uğradığı için İleşler Köyüne yerleşmiştir (Can, Tan, Kahraman soyadlarını almışlardır). Taşkahveyi çalıştıran Halil Ağa (Hacı’nın Halil) akrabamızdır. Torunu Ümit Uşak’ta emlakçılık yapmaktadır.
Çingeneler yaylada kırk kısrağımızı, yirmibeş tayımızı ve bir atımızı çalıp götürmüşler. Çalanları bulmuşlar, hayvanlarını isteyince fidye istemişler. Babam, ben para verecek olduktan sonra kendim yetiştiririm deyip çekip gitmiş.
Babam çıplak beygirle cirit oynarmış. Koşan beygirin boynuna sarılıp altından çıkarmış.
Biz ve bizim gibi çok zengin olup dağlarda gezen yörükler eşkiyaya soyula, soyula bir şeyleri kalmamış ve mecburen bir köye ya da Uşak’a yerleşmişlerdir. 1927 senesi Uşak’a Yörükler Mahallesine yerleşmişiz.
Hasan Kapar anlatıyor (1954 doğumlu, Hamamdere Köyünden Kargalar Sülalesinden): Atalarımız Saruhan Sancağı (merkezi Manisa şehri olan swancak) Salihli Kazası çevresindeki Gölmarmara Bintepeler denen öyüklerle (höyüklerle) kaplı tarihî yerlerden Uşak havâlisindeki yaylalara çıkıyorlardı. Uşak Yörükler Mahallesinde belirli bir zaman kalan atalarımız yeniden sürüleriyle yayla hayatına başlamışlardır. Yörükler Mahallesindeki Kargalar Sülâlesi akrabalarımdır. Bunlar Karga ve Türker soyadını taşıyanlar olup Hasan Karga, Nuri Karga, Haşim Türker bunlardandır. (Haşim Türker eski futbolcu ve futbol yöneticisi olup 1338 (1922) doğumlu olup bu yazının yazıldığı 2017’de 96 yaşında idi.) Samatlar Köyüne Kaçar soyadını, Sirge Köyünde Savaş soyadını taşıyanlar ile Yenişehir’de, Ulucak’ta (Ayanoğulları), Altıntaş Köyünde (Yörük Ahmet oğulları, Yörük Ali oğulları), Kısıklı ve Emirfakı köylerinde, Uşak’ta ve havâlisinde sülâlemden çok insan yaşamaktadır.
Gençliğimde pehlivandım (güreşçiydim). Birçok yağlı güreş (başaltı) yarışmalarında derecelerim vardır. emekliyim, Uşak’ta yaşıyorum.
Ahmet Duru anlatıyor (1956 doğumlu, Ulucak Köyünden): Biz Dörtgöz Mehmed Ağa’nın kızının soyundanız. Sirge’ye ilk gelen yörük, Dörtgöz Mehmed Ağa’dır Sirge Köyünde Karga ve Duru soyadını taşıyanlar akrabamız olup Dörtgöz Mehmed Ağa’nın erkek çocuklarının torunlarıdır. Dörtgöz Mehmed Ağa Salihli Bintepeler denen yerden gelmiştir. Oraya da Toroslardan gelmiştir. Büyüklerimden öğrendim.
YÖRÜKLER YERLEŞİNCE UŞAK BÜYÜYÜP GELİŞTİ
Uşak’a yörükler yerleşince şehrin hem nüfusu arttı hem ekonomisi gelişti. Halı, kilim, çul, çuval, heybe, geri[10] dokumacılığı gelişti. Hammaddesi kıl ve yün bol ve ucuz ve sağlam (kaliteli) Yörükler dünyanın en iyi halılarının dokunduğu İran ve Azerbaycan’dan dokumacılığın inceliklerini öğrenip Uşak getirmişlerdi. Uşak’ta halıcılık ve dericilik ata yadigarı bilinen sanatlardandı,ancak Yörüklerin gelişi ile birlikte kemal (en üstün) seviyesine ulaştı. Dericiliğin (tabaklığın[11]) altın dönemi yaşanmıştır. Uşak’ta her evin bağı, bahçesi olduğu gibi her evde halı, kilim tezgahı da vardır. Uşak böylece zenginleşmiş ve gelişmiş, 18. Yüzyılın ortasından sonra komşu şehirlerden her bakımdan ileri gitmiştir.
UŞAK’IN UYANIK TACİRLERİ BANKERLİK YAPIYORLAR
Uşak’ın batısından ve güneyinden yaylalara çıkan yörükler eşkiya korkusundan biriktirdikleri çuval dolusu altınları o zamanlar banka olmadığı için zengin tacirlere yaylalardan dönünceye kadar belirli sayıda altın karşılığında bırakıyorlardı. Yüzlerce yörük ailesi en az bir, en çok üç dört ayar altın bırakırlardı. Yüzlerce okka altını alan tacirler, böylece bedava sermaye ediniyorlar, bu altınlarla ticaret malı satın alıyorlardı. İşte bu yolla ticaret de gelişiyor, zenginlik artıyordu. Bununla birlikte, iflas yalanı ile ortadan kaybolan tacirler de oluyordu.
Kaynak kişi: İsmet Toklu (1341:1925 doğumlu): Uşak İlinin Ulubey İlçesine bağlı Hasköy’lü olup Uşak’ta oturur.
AKKOYUNLU DEVLETİNE ŞAH İSMAİL SON VERDİ
Osmanlı’nın aşağılayıp horladığı, düşünce özürlü anlamına da gelen etrâk-ı biidrâk (anlayışsız Türkler) dediği Türkler’in çok büyük bir bölümü İran’a göç ederek Akkoyunlu Devleti’ni kurmuşlardır. Osmanlı Devletinin unsur-i aslisi olan bu oymaklar kırılan onurlarını düşünerek Akkoyunlu Devleti’nde üst görevlere getirilmişlerdir.
Akkoyunlu Devleti’nin Şah İsmail tarafından yıkılmasından sonra Şah İsmail’in kendilerini yok etmesinden korkan bu oymaklar Osmanlı Devleti ile anlaşarak yeniden Anadolu’ya göç etmek için yola çıkmışlardır. Bir bölümü de kaçmıştır. Geriye kalanları Şah İsmail kendi çevresinde toplamayı başarmıştır.
ÇALDIRAN SAVAŞI VE KARDEŞİN KARDEŞİ ÖLDÜRMESİ
Düzmece tarihçiler, Çaldıran Savaşı’nı Alevi Sünni savaşı olarak yazmışlardır. Bu iddia bütünüyle yalandır. Savaşan her iki ordunun içinde hem Alevîler vardır hem Sünnîler vardır. Örnek: Menteşeoğulları, Aydınoğulları, Tekeili oymağı, Karamanoğulları, Dulkadiroğul-ları her iki hükümdarın ordusunun içinde bulunuyorlardı. Bu savaş bütünüyle kardeşin kardeşi öldürdüğü bir savaştır. Nitekim başta Menteşe beylerinin yönettiği oymaklar olmak üzere, birçok oymak savaşa girmeyerek savaş alanından çekilmişlerdir. Çekilen beylerin başında olduğu Kaçar, Sarıkeçili, Kızılkeçili, Sarıtekeli, Avşar, Kayı. oymakları vardı. Bu savaşın kazananı olmamış, kaybedeni Türklük (Türk ulusu) olmuştur. Çünkü bu savaştan sonra Doğu Türkleri ile Batı Türkleri arasına bir duvar örülmüş, Batı Türkleri, doğuda kalan köklerine yabancılaşmıştır. Yavuz Sultan Selim İran’ın Kirman şehrinden Kürt beylerini getirerek Doğu Anadolu’da tampon bir bölge oluşturmuştur. Doğu Anadolu’daki Kürt varlığının baskın bir unsur olması o zamandan başlamıştır.
AKKOYUNLU YÖRÜKLERİ KÜLTÜRLÜ VE TÜRKÇE’Yİ GÜZEL KONUŞURLARDI
Yerli halk ile yörüklerin kaynaşması sanılandan daha çabuk olmuştur. Yörükleri Alevi-Kızılbaş bilen yerli ahali, onların Kur’an okumadıklarını, namaz kılmadıklarını sanıyorlardı. Oysa baktılar ki hepsinin evinde Kur’an-ı Kerim vardır. Çoğunlukla namaz kılan, dinî vecibelerini yerine getiren insanlar olduklarını görünce bakışları değişmiş, yakınlaşma, kaynaşma, kız alıp-verme artmıştır. İşte Akkoyunlu oymaklarının yerleştiği Uşak Yörükler Mahallesinden de hep iyi kadın ve erkek hatipler yetişmiştir. Aile gelenekleri çok güçlü idi. bu durum Akkoyunlu Devleti’nin insanların eğitimine verdiği önemin bir göstergesi idi. Osmanlı Devleti ile Akkoyunlu Devleti’nin arasındaki fark bu idi. Halk hekimleri, demirciler, dericiler, hikayeciler, masalcılar, ozanlar, hafızlar, güreşçiler (pehlivanlar) ve en seçkin ciritçiler çoğunlukla Akkoyunlu oymaklardan çıkıyordu.
İşte Uşak ilinde yetişmiş Akkoyunlu yörüklerinden yetişen pehlivanlardan üçü hakkında bildiklerimizi aşağıda yazdık.
Uşak’ta yetişen en ünlü pehlivanlardan Develerin Nuri (Deve Nuri) Akkoyunlu Kılcan Şehitli yörüklerindendir. Burma Cami yakınındaki (kuzey karşısında) Deve Hanı onların idi.. Zengin bir ailenin çocuğu idi. onu Uşak’ta yenen çıkmamıştır. Yörük Şükrü onun bileğine yapışamazdı. Şeker fabrikasında çalışırlarken kendisine şaka yapan Yörük Şükrü’yü kaptığı gibi havalandırıp şeker çuvallarının üstüne fırlatmıştır. Uşak’ın Yunan işgaline uğradığı günlerde iki tane Yunan devriye askerini Dokuzsele Çayı’na atarak öldürmüştür. Çaya attığı Yunan devriye askerlerinden birinin potini, birinin ayak başparmağı elinde kalmış diye anlatılır. Bu olaydan sonra babası onu gizlice İzmir’e kaçırmıştır.
Yeleğen’li Sütçü Mahmud’un oğlu Yörük Şükrü (Şükrü Tunç) Yörükler Mahallesinde yetişme bir başka ünlü pehlivandır. Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmiş ve yakın geçmişte orada ölmüştür.
Hasan Kapar da Uşak’ta yetişmiş başka bir pehlivandır. Eşme’nin Hamamdere Köyünde 1954 yılında doğmuştur. Uşak’ta oturmaktadır. Yağlı güreşte küçük ve orta boy güreşlerinde birincilikleri vardır. 23 Kasım 1973 günü Kula Belediyesinin düzenlediği güreş yarışmasında birincilik madalyası almıştır. Kula İlçesine bağlı Ayazören Köyündeki yağlı güreş yarışmasında ikinci, olmuş Eşme, Eşme İlçesine bağlı Yeşilkavak ve Güllübağ köylerinde düzenlenen yağlı güreşlerde dereceler almıştır.
ÖYLE BİR ZAMANKİ
Öyle bir zamanki,Osmanlı bütün cephelerde hüsrana uğruyor, onbinlerce vatan evladı şehit oluyor, birçoğu da esir oluyor ve esir düşenlerin çoğu esir kamplarındaki kötü şartlardan ötürü açlıktan, tifo, tifüs ve dizanteriden kırılıyorlardı. Köylerde çoğunlukla yaşlı, güçten düşmüş erkek ve kadınlar ile kocası askerden dönmemiş, ellerinin kınası kurumamış taze gelinler, dul kadınlar, savaş artığı kolu bacağı kopuk, kör kötürüm insanlar, yetim öksüz çocuklar, bıyıkları yeni terlemiş bir avuç toy delikanlıların başka kalan kimse yoktu.
Bir gün aniden köye askerler gelirler, köylüyü caminin önüne ya da köy meydanına toplarlar, bıyığı yeni terlemiş oğlanları sorgusuz sualsiz askerlik için önlerine katıp alıp götürürlerdi. Gidiş o gidiştir. Bir daha göremezdiniz. Şayet içlerinden birinin babası askerde kalmış ise evin yetişkin bir oğlu evin direğidir. Anası askerlere yalvarıp: Esger ağalâ benim bu bitecik yetim ôlum, bunu bağışlayın, götümeyin (Asker ağalar benim bu bir tanecik yetim oğlum, bunu bağışlayın, götürmeyin) derse bedel karşılığı bırakırlardı.
Hamamdere köyünden Hasan KAPAR anlatıyor (1954 doğumlu – Gıyman Ali’nin Torunu):
Hamamdere’li Halil Ağa’nın üç oğlu: Ali, Mehmed, Halil Çanakkale Savaşlarında kalmışlardır. Oysa bunlar, Süveyş’te, Yemen’de, Irak’ta savaşıp, Sarıkamış’a gitmişler; Ordu Allahükber Dağları’nda donarak telef olunca kurtulabilen bir avuç vatan evlatlarındandır. Sarıkamış’tan Eşme’ye çoğunlukla yaya gelmişlerdir. Harman zamanı, hasat ettikleri arpayı buğdayı kağnı ile eve taşıyıp ambara boşaltırken alıp götürmüşlerdi onları savaşa. Sonunda üçü de şehit olmuşlardı. İşte o günlerde bir topal ya da çolak bir adamın başında üç dört dul kadın kavga ediyorlardı, onun ikinci, üçüncü hatta dördüncü karısı olabilmek için. köylerde bunun örnekleri çok idi.
DEVLET YOKTUR OLSA DA KENDİ DERDİNDEDİR
Konar-göçer yörükler, köylüler, zanaatkar, sanatkar ve ticaret erbabının durumu; “saldım çayıra, mevlam kayıra”dır. Sirge Nahiyesine bağlı köylerde Kaçar beyleri ahaliye zulüm yapmaktadır. Köylülerin arazilerini zor ile almaktalar, direnenlere çok kötü işkenceler yapmaktadırlar. Öyle ki kızgın güneşin altında yere sırtüstü yatırıp çıplak ellerini ve ayaklarını kazıklara bağlayıp dığanlarda kızdırdıkları haşhaş yağını göbeklerine dökerek dağlarlar, böylece bağırta bağırta onlara isteklerini kabul etmeye zorlamakta idiler. Valiliklere, mutasarrıflıklara çok şikayetler oluyordu. İşkence ve zulüm yapanlar yakalanmaz, kadıların karşısına çıkarılmazdı, bunun yerine suçlulara yazılı bir pusula gönderilir, adeta tavşana kaç tazıya tut denirdi. Bu pusulalar açık açık rüşvet için davetiye idi. Ağalar, beyler valilerin, mutasarrıfların, kaymakamların yanına heybe dolusu altınlar, deve katır yükü hediyelerle giderlerdi. Ne kadar çok zulüm olursa o kadar çok şikayet olur, zalim beylere o kadar çok pusula gider böylece idareciler o kadar çok rüşvet alıp zengin olurlardı. İşte zulümden geçinen idareciler zulmün önüne geçmek şöyle dursun artmasına memnun olurlardı.
DEVLET KAPISINDA İŞLER RÜŞVETLE YÜRÜYORDU
Devlet kapısı rüşvet kapısı olmuştur. İmparatorluğun her yanı yangın yerine dönmüştür. Osmanlı bütçesi ‘tamtakır kurubakır’dır. Memuruna, askerine para verememektedir. Onun için devletin memurları geçinmenin bir yolunu buluyorlardı.
Küçük yaşta çocuklar efeliğe, çeteliğe özendirilmekte, dağdaki eşkiya örnek alınacak kahramanlar gibi gösteriliyordu. Bıyıkları yeni terlemiş gencecik oğlan çocuklar ya cephelere götürülüp kırdırılıyordu ya da eline silah alıp efelik, çetecilik yapıyorlardı. Derebeyleri çoğunlukla asker kaçaklarını, hırsızları, soyguncuları, serserileri[12] ücret karşılığı kendi hizmetlerine alıyorlardı.
FAKILI KÖYÜNÜNÜN AĞALARI
Hamamdere Köyünden Arif Ersoysal anlatıyor (Gıymen Ali’nin kız kardeşinin torunu olup 1994 yılında yaklaşık 100 yaşında iken öldü):
1957-1958 yıllarında 80-90 yaşlarında ölen Hüseyin ve İsmail efendiler çevredeki eşkiyanın zulmünden kurtulmak istiyorlar ve onları er geç keseceğiz diyorlardı. Bir gün bir ziyafet kurup onları davet ettiler. Yedirip içirdikten sonra köyün dışında tenha bir yerde kurşuna dizdiler. Ölen dokuz eşkiyanın çoğu Kula’ının Kınık Köyündendi.
Bu ağaların aslı Harmandalı yörüklerinden olup bahar aylarında Murat Dağı ve Elma Dağı yaylalarına çıkarlardı.
SİRGE’DEN KAÇAN KAÇANA
Sirge ve çevresindeki köylerden çiftini çubuğunu, evini damını, tarlasını bahçesini koyan kaçıyordu. Adamlar çalışmış çabalamış, tarla arazi, bağ bahçe edinmiş: ekinden, üzümden; sürü edinmiş: yağından, yününden, sütünden, peynirinden az çok para kazanmış, altın alıp biriktirmiş. Bu para ve altınları emanet edecekleri banka olmadığı için evlerinde küplere ya da çömlekler koyup bir köşeye saklıyorlar ya da gömüyorlardı. Ortalıkta eşkiya çeteleri sürü halinde dolaşıyorlardı. Eşkiya çetelerinin kılavuzları vardı. Bu eşkiya kılavuzları köylüleri izler, kim pazara gitti, pazarda ne sattı kaç para ya da altın kazandı öğrenirlerdi. Pazar dönüşü akşam paralı evleri dolaşırlar, her birine ne sattığını, ne kazandığını sorarlardı. Köylü bende para yok diyecek olsa, kılavuz onun ne sattığını, kaç para kazandığını kuruşu kuruşuna söyler, sende şu kadar para bu kadar altın var, yalan söyleme getir yoksa malından, canından, namusundan olursun diye tehdit ediyorlardı. O günkü kazançlarından istenen haracı verirlerse canlarını kurtarırlardı. Vermek istemeyenlere eşkiya kılavuzu; benden günah gitti, ötesine karışmam, başına gelecekler, sen düşün gayrı deyip durumu eşkiya reisine bildirmek üzere kalkıp giderlerdi. Aradan çok vakit geçmeden haraç vermeyenler evinde, damında ölü bulunurlardı. Binbir emekle kazandığı paraları altınları da elbette gasp edilmiştir. Evinde sakladığı altını, parayı hiç direnmeden kuzu kuzu teslim edenlere ise dokunmazlardı. Altın yumurtlayan tavuk kesilmezdi.
AHALİ EŞKİYA İLE DEVLETE ÇALIŞIYORDU
Kılavuzlar olan biteni ağaları olan eşkiya reislerine bildiriyorlardı. Çevrede paralarını eşkiyaya vermek isteme kaç kişi varsa bunlar gece evlerinden alınıyor, işkence ile paraları ellerinden alınıyordu ya da canlarından, mallarından ve namuslarından oluyorlardı. O kadar çok eşkiya vardı ki, bunların içinde yerli Rumlar, asker kaçakları, hapis kaçakları, katiller, hırsızlar, gaspçılar, serseriler, işsizler, kısacası ne kadar kötü, işe yaramaz adam varsa bu çetelere katılıyorlardı. Mutasarrıflara, valilere, kadılara şikayetlerin ardı arkası kesilmiyor, ancak hiç yararı olmuyordu. Sonunda şu meşhur laf darb-ı mesel gibi söylenir oldu: Ananı bilmem ne yapan kadı; kimi kime şikayet edersin.
YOLCU BOKUNA GARGALAR GANIKIRMIŞ
Uşak çevresindeki köylerde söylenen meşhur bir atasözü vardır: Yolcu bokuna gar-galar ganıkırmış.[13] Kurtuluş Savaşından önceki yılarda en çok da Yunan İşgalinin olduğu yıllarda bütün Batı Anadolu’da olduğu gibi Sirge ve çevresindeki Hamamdere ve Çataltepe gibi yerlerde de köyleri, yaylaları basan, soyup talan eden bazıları serseri ya da asker kaçağı, bazıları açgözlü, zalim ağalar ve beyler tayfasından haramiler, delibaşılar, çapulcular, talancılar sözün kısası her türlü eşkiya türemişti. Çünkü karşılarında kendilerine direnecek eli silah tutan güçlü kuvvetli gençler yoktu, çünkü savaşlardan dönmemişlerdi. Köylerde yaylalarda kalanların çoğu, kör, topal erkekler, akıl hastaları ve ahmaklar (zeka özürlüler), kadınlar, çocuklar, din görevlileri ve az sayıda da bedel ödeyerek askere gitmemiş yetişkin erkekler vardı. Ancak bedel ödeyerek askere gitmeyenler daha çok ağa, bey ya da onların çocukları idi. Yazın köyler boşalır, yaylalar kalabalıklaşırdı. İşte o günlerde analar çocuklarını yaylalarda doğururlardı, ilk ninnilerini orada söylerlerdi, bebeklerinin tenlerini, kokmasın diye tuz ile ovarlardı bebeklerinin altına bağladıkları bezin içine pişik olmasın diye toprak koyarlardı. Çocuklarını hep sarınırlar[14] çalışırken, yürürken sırtlarında taşırlardı. Azat denen yaşlı meşe ve palamut (balambırt) ağaçlarının gölgeliklerine kurdukları obalarının[15] yanındaki bu ağaçlara keçi kılından, koyun yününden bağladıkları kalın ipler üstüne beşik yaparlardı. Beşiklerinin üstüne nazar değmesin diye üzerlik otu bağlarlardı. Ancak yine o günlerde hiç bir gün olmazdı ki; birbirlerine ne var ne yok, soygun, talan, vurulan ölen, dövülen, kaçırılan var mı? diye sormasınlar. Yine hiç bir gün olmazdı ki; falan obada filanın gelinini, bebeğini kaçırmışlar, falan köyde falan ağanın oğlunu fidye için dağa kaldırmışlar, filan yerde falanı öldürmüşler, filanın kızını kaçırmışlar diye cevap almasınlar. İşte o azgın eşkiya, zavallı analardan babalardan, fidye istedikleri kişinin durumuna göre bir kese, bir kova altın isterlerdi. Eğer vermezsen oğlunu asarım, bebeğini keserim vallah, diye korkuturlardı. Zavallı analar, babalar; bebeklerini çocuklarını kurtarmak için bulup buluştururlar ya da bir çalının dibine, bir ardıcın altına, bir kayanın oyuğuna sakladıkları altınlarının üstüne biraz daha ekleyip eşkiya başına götürürler, bebeklerine, çocuklarına, kızlarına, oğullarına kavuştukları için şükrederlerdi. .
EFELİK VURMAYLA, AĞALIK VERMEYLE, (GIYMEN ALİ DİYE BİR KOÇYİĞİT’İN ORTAYA ÇIKIŞI)
Gıymen Ali, Kaçar Yörüklerinden Kargalar (Kargılar) sülalesindendir. Ataları olan Kaçar Yörükleri vaktiyle Hamamdere[16] Köyüne yerleşmiş, yarı yerleşik bir hayat sürmektedirler. Gıymen Ali Efe olarak ünlenmeden önce Yörük Ali olarak tanınırdı. Gıymen Ali’nin dedesinin adı da Ali idi ve dedesi de Yörük Ali ve Gıymen Ali olarak bilinirdi. İşte Gıymen Ali Efe’ye de tıpkı dedesine dendiği gibi Yörük Ali ya da Gıymen Ali denmiştir. Ancak torun Gıymen Ali, dedesinden farklı olarak Efe ünvanı da almış olup Yörük Ali Efe ya da Gıymen Ali Efe olarak ünlenmiştir. Gıymen Ali güçlü kuvvetli bir genç yiğittir. İyi binicidir, iyi güreşir, iyi silah kullanır, iyi nişancıdır, çevrede bu hünerlerinde kendisini yenecek yoktur. Dürüst, terbiyeli, güzel ahlaklıdır. Yaylalarda, obalarda, köylerde çok sevilir, saygı görürdü. Konuğu eksik olmaz, her gün ziyaretine gelirlerdi. O günlerde ortalık eşkiya, çapulcu, talancı kaynıyordu. Bunun için obalarda, köylerde halk korku içinde yaşıyordu. Bunun için hep Gıymen Ali’ye yakın olmak istiyorlardı. Gıymen Ali’den uzak olanlar, eşkiyaya para ya da canlı hayvan haraç vererek yaşamaya, ayakta kalmaya çalışıyorlardı.
İşte Gıymen Ali Efe, baharla birlikte Hamamdere Köyünden Çataltepe[17] yaylasına çıkar. keçi kılından çadırında güz sonuna kadar sürülerini yaylakta otlatıyordu. Çataltepe’ye çevreden de her soydan her boydan yörük obaları yaylamak için gelirlerdi.
Eşkiya iyice azgınlaşınca Çataltepe ve çevresindeki Kaçar, Kızılkeçili, Karakeçili, Şehitli (Kılcan), Harmandalı yörüklerinin oba beyleri toplandılar ve: “Ülen yolcu bokuna garga ganığır gibi, ve bakam, ve bakam eşkiyaya haraç vemekten ganımız gurudu, ırzımıza, namusumuza tebelleş oldula, Sirge’de garagol vadır, feydası yokdur. Bundan böle Gıymen Ali, bizim efemizdir, bu dağla, yaylala O’ndan sorulur ” (Ülen yolcu bokuna garga ganıkır gibi, ver bakalım, ver bakalım eşkiyaya haraç vermekten kanımız kurudu, ırzımıza, namusumuza tebelleş oldular, Sirge’de karagol vadır, faydası yoktur. Bundan böyle Gıymen Ali, bizim efemizdir, bu dağlar, yaylalar O’ndan sorulur.) dediler ve davullar çaldırıp tellallar bağırtıp Gıymen Ali’ye Efe ünvanı verdiler.
Gıymen Ali Efe olsun ya da olmasın zaten yoksulları eşkiyaya karşı elinden geldiğince korumaya çalışıyordu. Halkın desteğini de arkasına alınca önce yaylaları sonra çevredeki köyleri tek tek dolaşarak en başta zulmünden şikayet edilenler olmak üzere bütün ağalara: “Fakire fukaraya zulmetmeyin, tarlalarını tokatlarını[18] ellerinden almayın, bunların çoğu zaten yanıktır[19]. Babaları, eşleri, çocukları cephelerde kalmıştır. Şarta’da[20] Dilik ağalar kimselere zulmetmezler, vergilerini istetenden fazla vermişlerdir. O çevredeki bütün eşkiyayı kovmuşlardır. Beylerhan[21] Ağaları fakir fukaraya hizmetçilerine müşfiktirler. Onlar ağalık değil, babalık yaparlar, siz de öyle yapın ” derdi.
Gıymen Ali[23] çevredeki yoksul köylüleri eşkiyanın zulmünden korumak için eşkiyanın, delibaşıların barındıkları yerlere baskınlar yapıyordu. Ancak Gıymen Ali’nin çevreden kovduğu eşkiya, ağaların kendisini öldürmeye gelen fedaileri arasından çıkıyorlardı. Gıymen Ali hep: Beğlerhan ağaları Sirge’nin ağaları gibi zulmetmiyor, diyordu. Selendi (Şarta) ağalarından Dilik Ağa kendi çevresindeki eşkiyayı temizlemiş, Gıymen Ali’ye yardım ediyordu. Dilikoğlu (Dilik Ağa) tahsildar geldiği zaman ambarlarından bir teneke altını fazladan veriyordu. Çünkü eşkiyaya haraç vermiyordu.
GIYMEN ALİ’NİN İLK İŞİ ÇATALTEPE VE ÇEVREDEKİ KÖYLERİ EŞKİYADAN ARINDIRMAK OLMUŞTUR.
Artık Çataltepe çevresine sokulamayan eşkiyanın adamları Gıymen Ali’nin çadırına baskın yapıp öldürmek istiyorlardı. Bir gün baskın yapmaya karar verdiler. Efe’nin bundan haberi vardı. Efe çadırından çıkarak dört adamı ile pusuya yatarlar. Baskın gerçekleşir. Efe ve korumaları eşkiyadan beş kişiyi öldürdüler, yedisi sekiz eşkiya kaçtılar ancak Gıymen Ali’den kurtulamadılar. Gediz Çayı kıyısında saklandıkları yerde bulundular ve kurşuna dizilerek öldürüldüler. Cesetlerini, çakallar, kurtlar, sırtlanlar, yırtıcı kuşlar yediler.
Gıymen Ali’nin namı Saruhan’dan, Lazkiye’ye, Kütahya’ya, İzmir’e kadar duyulmuştur. Yaylalar artık şenlenmiştir. Gıymen Ali’ye ateşte kuzu oğlak döndürüp ziyafet çekiyorlardı. Şenlikler, kına geceleri, güreş yarışmaları, cirit oyunları kuruluyordu.
GIYMEN ALİ KÖYLÜYE ZULMEDEN SELİM AĞA İLE KONUŞMAK İSTİYOR
Bir gün Sirge’den Efe’nin yanına gelenler, Sirge’nin ağası Selim Ağa’dan şikayet edip ettiği halka ettiği eziyeti, ezayı, cefayı anlattılar. Bundan sonra da şikayetler geldi. Sirge’den kaçanlar çoğaldı. Gıymen Ali Sirge’ye gidip Selim Ağa ile konuşmaya karar verdi. Bir gün atıyla Boynu sivri tığlı demir tasmalı Toraman cinsi köpeğini yanına alıp yalnız başına Sirge’ye gidiyor. Oradaki akrabalarını da ziyaret edip büyüklerinin ellerini öpüp hayır dualarını da almak istemektedir. Selim Ağa da Kaçar yörüklerinden Kargılar sülalesinden olup Gıymen Ali’nin yakın akrabasıdır. Ancak zalim kim olursa olsun engel olmak istemektedir.
GIYMEN ALİ SİRGE’YE VARIYOR
İşte bu düşüncelerle köye girdiğinde bağırtılar, feryatlar duydu. Önce ne olduğunu anlayamadı. Çığlıklar köy meydanından geliyordu. Köy meydanına yaklaşınca önce iki üç köpek çıktı karşılarına, Gıymen Ali’nin Toraman köpeği, bu köpekleri önüne katıp kovaladı. Köy meydanına vardığında tepelerde yankılanan bu çığlıkların, belden üstü çıplak, pamuk bezden kirli uçkurlu donları olan yerde yatırılarak çarmıha gerilmiş, kırbaçlanarak, demir halkalar yapıştırılmış göbeklerine kızgın haşhaş yağı dökülerek işkence edilen tanınmaz hale gelmiş üç dört kişiden çıktığını görünce, en katı yürekli kişilerin bile dayanamayacağı bu manzara karşısında Gıymen Ali: “Yeterin ülen, gücünüz bu gariplere mi yetiyor” diye gürleyip atını işkence edenlerin üstüne sürdü. Ellerinde kırbaç, balta, sopa olan işkencecilerin hepsi Gıymen Ali’ye saldırınca, Köpeği Toraman da işkencecilere Saldırdı. Kıçlarını, başlarını ısırdı, paraladı. Ancak işkenceci serserilerin baltaları da Toraman’ı ağır yaradı. Köpekten kurtulan serseriler, deli danalar gibi Gıymen Ali’ye saldırdılar. Gıymen Ali’nin atı kişneyerek ön ayakları ile iki serseriyi ezerken atın sağrısına vuran Piç Hasan’ın iki gözünün üstüne arka ayaklarıyla kişneyerek arka ayaklarıyla öyle bir tepik savurdu ki ölmemiş ama iki gözü de kör olmuştur. Kalan olduysa da canını zor kurtarıp kaçmıştır. (İşte bu serserilerden Piç Hasan iki gözü kör olarak sürüne sürüne yaşamış, ölmüştür. Kızgın yağ dökerek köylülere işkence eden Cingen Sıddık ile Deli Agop sakat kaldılar, süründüler, sonunda köylülerce öldürülüp derelere atıldılar. Gıcık İbiram ise Dilikoğlu’nun hizmetinde iken yüz kızartıcı bir suç işlediği için çok feci dövülmüş, o dayaktan sonra kaçıp gitmiş, bir daha ortaya çıkmamıştır.)
Saldıranları haşat eden atıyla bütün heybetiyle dimdik duran Gıymen Ali ile Selim ağa karşı karşıya idiler. Elinde kırbaç olduğu halde Selim Ağa: “Ülen bu hal ne böle, sen daha dünkü boksun böön gohmaya mı başladın? Ağaya mı karşı geliyon ülen” (Ülen bu hal ne böyle, sen daha dünkü boksun bugün kokmaya mı başladın? Ağaya mı karşı geliyorsun ülen) dedi. Gıymen Ali: “He! Ağaya karşı geliyon. Fakir, garip köylüye zulum eden, işkence eden, elinden zorla tarlasını alan, senin gibi vicdanı kararmış ağalarınan eşkiyayınan mücadele etmeye Allah’ın adıyla kendime vazife edindim” Evet! Ağaya karşı geliyorum. Fakir, garip köylüye zulum eden, işkence eden, elinden zorla tarlasını alan, senin gibi vicdanı kararmış ağalarla eşkiyayla mücadele etmeye Allah’ın adıyla kendime vazife edindim) dedi. Selim Ağa: “Ülen vallaha seni geberdirin” (Ülen vallahi seni gebertirim) deyip kırbacını Gıymen Ali’ye var gücüyle savurdu. Kırbaç, çevik davranıp başını eğen Gıymen Ali’nin başının üstünden ıslık çalarak geçmiştir. Gıymen Ali hızla atından inerek bu benim işim dercesine en yakındaki genç bir ağaca atını bağlayıp kendisine arkadan hamle yapan Selim Ağa’yı bileğinden yakalayıp kolunu arkasına büktü, öteki eliyle ensesinden sıkıca tutup altına aldı. Yüzünü hayvan dışkısına batırıp haşhaş ezilen sürtme taşı gibi başını dışkılara sürte sürte tanınmaz hale getirdi. Bütün gücü ve ağırlığı ile üstüne oturduğu için Selim Ağa, hem korkudan hem bu şiddetli baskıdan, içinde büyük küçük ne varsa donuna kaçırmıştır Ortada kimseler kalmamış, Selim Ağa’nın yardımına ancak hanımı gelmiştir. Toza toprağa, ota boka bulanmış tanınmaz halde çürük bir ağaç gövdesi gibi yerde uzanan Selim Ağa yalvarıp yakaran karısının yardımıyla ölümden güç bela kurtulmuştur. Gıymen Ali atına binip Çataltepe’deki çadırına geri dönmüştür.
Kaynak kişi: Hasan Kapar (1954 doğumlu, Hamamdere Köyünden Gıymen Ali’nin torunu)
OLAY ÇEVREDE DUYULMUŞ, SEVİNÇLE KERŞILANMIŞTIRI
Bu olay hızla çevre köylere hatta Eşme, Buldan, Şarta Gediz, Güre Uşak ve çevresinde çabuk Gıymen Ali diye bir yiğidin Sirge’nin Ağası Selim Ağa’yı hem de Sirge’nin ortasında dört fedaisi ile birlikte perişan ettiği, Selim Ağa’yı evire çevire dövdüğü, tuz taşı gibi ensesinden bastırıp boka sürte sürte karartığı, karısının eller el ile siz de birbirimizi yiyeceksiniz diye yalvara yalvara ölmekten zor kurtardığı ağızdan ağıza kulaktan kulağa yayılmıştır. Duyanları hem sevinmiş hem de şaşırmıştır. Selim Ağa’yı yenilmez bir adam sanan bazıları da bazıları da şaşkınlıkla Ülen yaho (yahu) Selim Ağayı nasıl döver, diye soruyorlardı. Gıymen Ali’yi bilenler ise: Gardaşım, Gıymen Ali goca (koca) bir orduya bedel bir yiğiddir (yiğittir), Selim Ağayınan (ağa ile) dört adamı nedir, diyorlardı. Onu yakından görenler, tanıyanlar, hakikaten çok güçlü, boynu kalın, omuzları enli (geniş) boyu ortadan biraz uzundur, yakışıklıdır diye tarif ederlerdi. O’nun için mazluma kurtarıcı bir melek, zalime karşı aman vermez bir savaşçıdır, bileğini büken olmamıştır, derlerdi. İyi bir binici, çok iyi cirit oyuncusu , çok iyi güreştiği söylenirdi. Velhasıl Gıymen Ali çok cesur, çok güçlü bir babayiğittir. Havadaki kartalı gözünden vuracak kadar da keskin nişancıdır. Kucak kucağa yakın boğuşmada dört-beş kişiyi çok kolay savacak, yenecek kadar yeteneklidir. Şan şöhret peşinde değildir. insana değer verir, insanın insanca yaşamasına engel olanlarla hep mücadele etmekle geçiyordu hayatı.
Şarta çevresinde Dilik ağalardan korkan birçok eşkiya, Sirge, Çataltepe, Yenişehir, Güre çevrelerine dadanmışlardı. İşte Gıymen Ali’nin gayreti, ve yiğitliği ile Sirge ve çevresi rahata ermiştir. O bir kahraman olarak tanınır. Çataltepe’deki çadırında yanındaki dört yoldaşı ile birlikte az vakit önceden beri kavgasız gürültüsüz yaşayıp gitmektedir.
SELİM AĞA DURMUYOR, BASKINLAR DÜZENLİYORDU.
Bir gün Çataltepe’de çadırında otururken biri haber getirir. Yakın köylerin birinden eşkiya dört taze dul gelini kaçırmıştır. Gıymen Ali yanına dört tane seçkin adam alır, gelinleri kaçıran eşkiyanın Kırkinler denen yerde saklandıklarını öğrenir ve baskın yapar. İnin (mağaranın) içinde saçı sakalı uzamış, birbirine karışmış; uzamış tırnaklarıyla zil zurna sarhoş delibaşılar ile üstü başı didik didik edilmiş tenleri morarmış, kararmış, kanamış yarı çıplak kadınlar vardı. Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş genç kadınlar hem utanç hem sevinçle çığlık çığlık bağırırlarken delibaşılar silaha davranmaya kalmadan dipçik vuruşlarıyla yüzleri kana boyandı. Köylülerden çaldıkları, zorla aldıkları eşekler ve katırlar kayaların arasında duruyordu. Eşek ve katırların yularları, ipleri çözülüp şakilerin elleri ayakları bağlandı. Size bir çuval altın verelim, bizi bırakın diye yalvarıyorlardı. Gıymen Ali daha çok kızarak: “Çalıntı altınlarla bizi mi satın alceniz (alacaksınız) ülen” diye kükrüyor, her birini çiğniyordu.
Eşkiya yatağı inlerin (mağaraların) içinde kızarmış oğlak ve toklu etleri tahta bir sofranın (beş-tahtanın) üzerinde duruyordu. İki tulum peynir; üç-beş tulum ayran; ceviz, badem, incir üzüm dolu sepetler yanyana dizili idi. inlerin birinde kavun karpuz ile iki bohça yufka ve katmer vardı. büyük kırmızı küpler su ile dolu idi. İki küp dolusu kırmızı şarap vardı. Sözün kısacası yok, yok idi. Mutfak ve ocak eşyası eksik değildi. Sac, sacayağı, tencere, çömlek, kap kacak, kazan, oklava, ısgıranı hepsi vardı. Kendilerini hizmet edecek; yiyecek pişirmek, çamaşır yıkamak, yırtık sökük dikmek için iki yörük kadını tutmuşlardı.
KADINLARA ÜST BAŞ GİYECEĞİ (FİSTAN, DON, YAZMA) TEMİNİ İÇİN ADAMLARINDAN BİRİNİ GÖNDERİYOR
Gıymen Ali adamlarından birini en yakın köyden parasıyla yetmezse borç ile yeni olsun giyilmiş olsun kadınlara üst-baş giyeceği için gönderip giyecek getirtmiştir. Köylüler de düşünceli davranıp bu gelinlerin ailelerine böyle teslim edilmesinin doğru olmadığını, yunup yuvanıp tertemiz giydirilip öyle teslim edilmesi gerektiğini düşünmüşler ve torbalarına kil doldurdukları iki-üç kadın anayı göndermişler, kadın analar dört gelini en yakın çeşmeye götürmüşler, başlarını ak kil ile ovup güzelce yuyup giyindirmişler Gıymen Ali’ye öyle teslim etmişlerdir.
GIYMEN ALİ DELİBAŞILARI KADINLARA TESLİM EDİYOR
Gıymen Ali kadınlara geçmiş olsun dedikten sonra: “Ben bu mahlukları size teslim ediyorum, gayrı gerisini siz bileceksiniz ” demiştir. Köylü kadınlar ise sofra kurup Ağam bunca yemek erzak köylülerin helal mallarıdır yiyiniz demişler, konukların karınlarını iyice doyurmuşlardır. Sonra çevrede aylak gezen dört eşek bulup keçi kılından yapılma örme de denen urganları eşeklerin boyunlarına ilmek atıp ön ve arka ayaklarından arasından geçirerek delibaşıların boyunlarına kement yaparak takmışlar. Beş delibaşının elleri arkadan bağlı boyunlarında kement ayakları boşta, yalnız iç donları olduğu halde çıplak ayakları ile taşlık, dikenlik, çalılık arasından döve döve tepeye çıkardılar, döve döve tepeden aşağı indirdiler.
KAÇIRILAN GENÇ KADINLARIN ÖCÜ
Sonra eşeklerin sırtına binen kaçırılan kadınlar, delibaşıları taşların, dikenlerin, çalıların üzerinden sürüttüre, sürüttüre götürdüler. Çıplak tenleri sürüne sürüne taşınan eşkiya bozuntusu delibaşılar tanınmaz hale geldiler. Delibaşılar su dedikçe eşek sidiği içirdiler, yemek demediler ama ağızlarına eşek dışkısı doldurdular. Kadınlar, çevresi kayalık bir dere kıyısına geldiklerinde eşeklerin üstünde oldukları halde delibaşıları eşeklere çiğnete çiğnete halk deyimiyle cibirlerini çıkardılar, üreme azalarını kesip kan kokusuna gelen yırtıcı kuşlara attılar, sonunda yarı canlı halde dereye yuvarladılar. Bağıra bağıra Sırtlanlara, çakallara, kartallara yem oldular.
GIYMEN ALİ EŞKİYANIN KORKULU DÜŞÜ İDİ
Bu olaylardan sonra şakiler çevreden kaçtılar. Ağalar beyler artık köylülere eziyet ve işkence edemiyorlardı. Selim Bey durur mu? Sinsi sinsi Gıymen Ali’yi nasıl ortadan kaldırırım diye aklında düzenler kuruyordu. Gıymen Ali Çataltepe’de çadırında oturuyordu. Yanında dört beş arkadaşı olduğu sırada yapılan ani baskında çıkan çatışmada arkadaşı Arap vurularak öldürüldü. Ancak Selim Bey’in fedaileri de çok kayıp vermişler, halk deyişi ile it gibi kuyruklarını apışlarının arasına kıstırıp kaçmışlardı.
İKİNCİ BASKIN
Selim Bey bu baskından kısa bir süre sonra elli altmış fedaisiyle yine Çataltepe’ye baskın düzenledi. Gıymen Ali’nin çadırını ateş çemberi içine almışlardı. Gıymen Ali arkadaşları ile ateş çemberini yarıp Selim Bey’in fedailerini kovalamaya başladılar. Ancak Gıy-men Ali’nin cephanesi bitmişti. Tüfeğini bir ağacın altına gömüp kasaturasını yanına alıp arkadaşlarına, siz pusudakileri oyalayın ben sürünerek arkalarına dolaşacağım dedi.
GIYMEN ALİ’NİN VURULUŞU
Gıymen Ali eşkiya hasımları ile çarpışırken yaralanmıştı. Ağında kasatura ile Ça-lıkhasan Köyü Tekkeyeri’ne doğru çalılıkların arasından yarasından çok kan kaybetmiş yorulmuş, biraz dinlenip yine sürünerek ilerlerken hayatının son dakikalarını yaşıyordu, ancak bu yarasından değildi.
Fakılı Köyünden Hüseyin Ağa’nın babası Hüseyin, çalılığa keklik salıp pusuya yatmıştı. Köpeği işkillenip havlayınca baktı ki çalıların arasından bir ses geliyordu, çalılar ileri geri sallanıyordu. Bir anda telaşa kapılarak ateş etti. Ne yazık ki tüfekten çıkan kurşunlar Gıymen Ali’nin göğsü ile başına girmişti. Gıymen Ali ağır yaralanmıştı. Bu durumda iken Payamdede denen tepeye varınca ruhunu Allah’a teslim etti. Öldüğü yere defnedilmiştir. Halen mezarı oradadır.
Söylentiye göre Gıymen Ali’nn kızkardeşi Kiraz Hanım sekiz ay sonra mezarını açıp bakmış, Gıymen Ali’nin cesedinin çürümediğini görmüştür.
Kiraz (Hanım) Hamamdere Köyünden Mahmut Ersoysal’ın ninesidir. Mahmut Er-soysal 1956 doğumlu olup Köy Hizmetleri İl müdürlüğünde idari ve mali hizmetler müdürü olarak emekli olmuştur. Şu anda köyünde hayvancılık işiyle uğraşmaktadır. . .
Hasan Kapar anlatıyor (Hamamdere Köyünden 1954 doğumlu): Gıymen Ali en büyük dedemdir. Üç oğlu; Ali, Mehmed, Halil Çanakkale Savaşı’ndan dönmemişlerdir. Büyük dedem öldüğünde, dedem Mahmut üç yaşında, büyük kardeşi Halil beş yaşında, küçük kardeşleri Ali de ebem Ayşe Hanım’ın karnındadır. Gıymen Ali’nin torunu (Yörük Ali’nin oğlu) Mahmut dedemdir. Komşu köylerden birinde birisi hırsızlık yapmış, dedem Mahmut’u hırsıza benzetmişler. Jandarmalar karakolda falakaya yatırıp feci şekilde dövmüşler. Bu olaydan kısa bir zaman sonra henüz yirmi yaşında iken 1934 yılında ölmüş, geride üç aylık Mehmet adlı bir oğul bırakmıştır. Ben Mehmet’in oğluyum. Mahmut’un kardeşleri Ali ile Halil asker diye ünlenmişlerdir. Gıymen Ali, Yörük Ali olarak da bilinir.
Gıymen Ali’yi Fakılı Köyünden Hüseyin Ağa’nın, yine adı Hüseyin olan babası vurmuştur. Kasıt olup olmadığı bilinmemektedir
KAYNAK : HASAN KAPAR Yetişmiş iyi gürçilerimizdendi geçirdiği talihsiz bir olay onu nice şampiyonluklara ve madalyaları uzanmasını engelledi. 1956 doğumlu Hamamdere köyünden 1956
[1] Sirge: Adı Alanyurt olarak değiştirilen bu köy, Uşak ili Merkez ilçeye bağlıdır. Şimdi küçük bir köy olan bu köy eskiden nahiye merkezi idi..
[2] Ericeova: Bugün Uşak ili Merkez İlçeye bağlı Bağbaşı Köyü sınırları içinde bir yaylak. Halk arasında Eğrilceova adı ile de anılır.
[3] Küçük Kuzukulak: Bugün Uşak ili Merkez İlçeye bağlı Aşağı Karacahisar Köyü sınırları içinde bir yaylak.
[4] Büyük Kuzukulak: Bugün Uşak ili Merkez İlçeye bağlı Bağbaşı Köyü sınırları içinde bir yaylak.
[5] Sulucain: Bugün Uşak ili Merkez İlçeye bağlı Altıntaş Köyü sınırları içinde köyün kuzeyinde bir yaylak.
[6] Tashan: Bugün Uşak ili Merkez İlçeye bağlı Altıntaş Köyü sınırları içinde bir yaylak.
[7] Uşak ili Banaz İlçesine bağlı Ayrancı Köyünün eski adı.
[8] Bugün Uşak Merkez ilçeye bağlı Eğlence Köyü sınırları içinde kalan 1940’lı yıllardan önce yaşlı meşe ağaçları ile dolu büyük otlak alanı iken. 1940’lı yıllardan sonra köylüler bu alanı evler yaparak büyük bölümünü yok etmişlerdir. Bugün bu alanın doğu ucu ile batı ucunda çok az bir yeşil alan kalmıştır. Buraya eskiden Yelliyurt denirdi. Eğlence Köyü 1920’li yıllardan önce bugün bulunduğu yerin batısında Yıkık denen Mevkide idi. Yıkık adı da zaten oranın terk edildiğini anlatır.
[9] Yörükler Mahallesi: Uşak‘ta bu adı taşıyan bir mahalle yoktur ancak yörüklerin yerleştirildiği İslice Mahallesi ve çevresine halk arasında bu ad verilmiştir.
[10] Geri: Kağnı ile saman taşımak için keçi kılından dokunmuş kağnının dört yanındaki kanatlara birer ilmek ile bağlanan kağnının yanlarından bakıldığında kısa konçlu bir çizme gibi görünen ve büyükçe bir çuvalı andıran yük taşıma gerecidir.
[11] Tabak: Arapça Debbağ kelimesinden bozma bir kelime olup derici demektir. Buna göre tabaklık debbağlık demektir.
[12] Serseri: Psikiyatri kitaplarında psikopat deyimi yaygınlaşmadan önce psikopat denen ruh hastalarına serseri denirdi. İşte psikopatlara suçluluk duygusu (acıma, empati) olmadığı için ücretle kolayca suç işlettirilebilir.
[13] Ganıkmak: Batı Anadolu’da (Germiyan Ağzı ile konuşulan yerlerde ) dadanmak, alışmak anlamında söylenen bir sözdür.
[14] Sarınmak: Batı Anadolu’da (Germiyan Ağzı ile konuşulan yerlerde ) Kendine sarmak (yüklemek), taşımak için sırtına almak anlamında söylenen bir sözdür.
[15] Oba: Oymaktan küçük topluluk, bu topluğun kurduğu yurt anlamına gelen bu söz; çadır, ev anlamına da gelir. Burada o anlamda söylenmiştir.
[16] Hamamdere: bugün Uşak ili Eşme ilçesine bağlı bir köydür.
[17] Bugün Uşak ili Merkez ilçeye bağlı Taşkonak Köyünün güneyinde bir yaylaktır.
[18] Tokat: ağıl anlamına gelir. tarla tokat çok söylenen ikileme deyimdir.
[19] Yanık: Acılı, yüreği yanık.
[20] Şarta: Selendi. O günkü merkezi Manisa olan Saruhan iline bağlı bir kaza merkesi kasaba.
[21] Bugün Uşak Merkez İlçeye bağlı bir köy.
[23] Buradaki anlatımlara göre Giymen Ali’nin doğum yılı yaklaşık olarak bulunabilir. Haşan Kapar’ın dedesi Mahmut 1934 yılında öldüğüne ve öldüğünde 20 yaşında olduğuna göre Mahmut yaklaşık 1914 doğumlu olmalıdır. Giymen Ali öldüğünde oğlu Mahmut 3 yaşında olduğuna göre Giymen Ali 1917 yılı dolayında ölmüştür. Ayrıca Giymen Ali öldüğünde en büyük oğlu 5 yaşında olduğuna göre Giymen Ali öldüğünde 25 yaşlarında olmalıdır. Buna göre Giymen Ali (Yörük Ali) 1890’lı yıllarda doğmuş olmalıdır. Bu olaylar ise Birinci Dünya Savaşı yıllarında olmuştur.