Değerli okurlar! En uygar ve en refah düzeyi yüksek bir ülkede yurttaşını korumakla sorumlu kişi onun canına kıyarken, yeni keşifler için uzay araçları gönderirken, coronavirus salgınında eğitim sisteminin ve dijital dönüşümün önemi bir hayli ortaya çıkarken; bazı sorunları da gündeme getirmek ve tartışmaya açmak da gerekmez mi?
Bakınız! Geleceği tahmin edebilmenin en iyi yolu ve yöntemi onu yaratmak ise, ki öyledir, bunu kurgulayabilecek tek canlının da insan olduğunu unutmamak gerekir. Ancak, insanların geleceği tasarlarken; bilimin ve aklın ışığında hareket edip tüm eko sistemin varlığını korumayı esas almaları da gerekmiyor mu?
Elbette son yıllarda, özellikle dijital alanda artan bir hızla çok önemli ve hızlı gelişmeler yaşanıyor ve yaşanmaya da devam edecektir. Sözkonusu bu dijital gelişmeler o kadar hızlı devam edip o kadar farklı uygulamaları hayata geçiriyor ki; ne yazık ki sadece bazı toplumlar, insanlar bunlara sahip olabiliyor, anlayabiliyor ve uygulayabiliyorlar değil mi? Robotlar, otonom araçlar ve birçok akıllı sistem hayatın bir parçası olurken, daha telefonla mesaj gönderemeyenlerin varlığı da unutulmamalı. Öyleyse fani de olsa bu dünyada arkada kalanlarla arayı açmadan gelişime devam etmek de gerekmiyor mu? Kim ne derse desin ne düşünürse düşünsün, özellikle ulaşım ve herhangi bir eylemin gerçekleşmesindeki hız kavramının, devrimlerin katalizörü olacağının da aksi söylenebilir mi?
Keşke bu küresel dünyada uzaya gidecek seferlerin bir yıllık maliyetini dünyamızda, açlık çeken ve sefalet içerisinde yaşayan topluluklara harcayabilsek insanlığa yapılan çok güzel ve çok anlamlı bir hizmet de olmaz mı? Biraz daha sadeleştirelim: Keşke “dünyada aç insan kalmayana kadar komşusu açken tok yatmamak misali Mars’a yolculukları erteleyebilsek daha isabetli olmaz mı? Diğer taraftan silahların üretilmediği, sınırların olmadığı ve insanların ötekileşmediği barış dünyasını kurabilse insanlar? Bilim ve aklın tek amacı cenneti dünyada yaşatmak olursa, gelecek elimizde demektir. Öyleyse Birleşmiş Milletler Örgütünün var olma nedeni de bu değil midir aslında?
Elbette insanoğlu uzayda icat ve keşifler için zaman harcamalı; yaşamak için elinde zaten bir cennet var. Öyleyse yaşamak için gidilen gezegeni de dünyaya benzetmeyecek miyiz? Yeni gezegenlerde yaşamı sürdürme sevdası yerine çok daha azını dünyamıza sahip çıkmak için harcayabiliriz değil mi? Dünyanın en kötü hali bile en iyi gezegenden iyi değil midir? Bir insanın dünyayı değil; kendisiyle beraber diğer canlıları yok etme riski de yok mudur? Bakınız! Günümüz dünyasında dünyanın kaynaklarının üzerindeki insanları doyurmaya yetmeyeceği konuşulurken; dünyada 7,5 milyar insan yaşadığını ve her birinin 100 m2 yer işgal ettiğini düşünürseniz, sadece Türkiye topraklarının dünyada ki tüm insanları barındırabileceği hesabını yapmak yanlış bir saptama olur mu?
Her ne kadar dünya insanlarını hepimizin sahiplenmesini istesek de, benzerini öncelikle kendi ülkemizde yapmamız da gerekmez mi? Ne mutlu ki, teknoloji ve dijital dönüşümünde ulusal ve uluslararası alanda başarılı olan ulusal şirketlerimizin sayısı giderek artıyor. Bu kişi ve kurumlara sahip çıkmak, hem kendi hem de ülkemizin geleceğine sahip çıkmak demek de değil midir? Sözün özü şu: Bilimin ışığında, akıllıca ve tüm insanları düşünerek, ahlaki ve etik değerleri gözeterek, özellikle de çocuklarımızın teknik, sosyal ve insani eğitimlerini etkin bir şekilde gerçekleştirmemiz ülkemize olan en önemli sorumluluklardan ve görevlerden birisi de değil midir? Pekala bu görevin ifa yolu ise belirli bir kontrol ve denetim mekanizmasıyla, ipleri bu yeteneklerle geleceğin teminatı gelişmiş çocukların ellerine bırakmaktan geçmez mi? Yeter ki insan akıllı hareket etsin. Hoşça kalın, dostça kalın, sağlıkla kalın!