İstanbul Teknik Üniversitesi, jeoloji mühendisliği bölümünde profesör unvanıyla görev yapan Celal Şengör; tarihi ve dini konularda sık sık yaptığı skandal yorumlarla gündeme gelen popüler bir isim....
Celal Şengör’ün ailesinin ; Balkan savaşları (1912-1913) döneminde yaşanan büyük göç sonrası Kütahya’nın Uşşak kazasına yerleştirilmiş olması dolayısıyla yazımıza konu ettik.
Celal Şengör yaptığı skandal yorumlarda;
- Dinî inançları "dogma" olarak niteleyip, "Dinin pek çok dogması bilimin isbatları karşısında çöpe gitmiştir. "Bugün artık ne dünyanın yedi günde yaratıldığına, ne Nuh Tufanına, ne de Havva ile Âdem masalına inanmak mümkündür"
- 12 Eylül dönemine ilişkin yaptığı değerlendirmede ‘dışkı yedirilmesi'ni işkence olarak görmediği
Piri Reis’in hayatındaki en büyük talihsizliği Kanuni Sultan Süleyman gibi bir salağın zamanında doğmuş olmasıdır. Fatih zamanında Piri Reis olaydı inanır mısınız bugün bizim sömürge imparatorluğumuz vardı. Çok samimi söylüyorum bugün biz Amerika’ya falan gitmiştik .
- "Fatih'in Müslümanlığı bile tartışılıyor biliyorsunuz, sekreterine 'Muhammed'in dediklerine inanmıyorum' demiş.
Celal Şengör; Arnavut göçmeni Celâlettin Bey’in oğlu Asım Bey ile Yunanistan göçmeni Güler Hanım izdivacından dünyaya gelmiş. Celal Şengör babasının ailesinin Konya’dan Yunanistan’ın Prizren şehrine geldiğini söylediğini ama gerçeği yansıtmadığını söylüyor.
Ona göre aile içerisinde Musevi âdetlerine benzeyen, birbirleriyle evlenmek gibi âdetler olması, büyük dedesinin gayrimüslimlerin çocukları devşirildiği Yeniçeri Ocağı’nda duvar ustası olduğu bilgisi üzerine Yahudi dönmesi olabileceğini söylüyor.
Celal Şengör baba tarafı ; Sırbistan’a bağlı Kosova ve Metohiya Özerk Bölgesi’nin Prizrenski(Prizen) ilindendir. Aile dip dedelerini Yeniçeri Ocağı’nda duvar ustası olarak biliyor. Aile lakapları “Vagancızâde/Bakırcıoğlu” olarak biliniyor. Balkan savaşları (1912-1913) döneminde yaşanan büyük göç sonrası Kütahya’nın Uşşak kazasına yerleştiriliyor.
Uşak kısa sürede Yunan işgaline uğrayınca, “Burada da bizi buldular” diyerek İstanbul’a geliyorlar ve Kapalıçarşı’da halıcılığa başlıyorlar.
Soyadı alınırken, nüfus memuru, Celal Şengör’ün dedesinin babası olan Celal Bey’in bozuk Türkçesini anlayamamış, sinirlenip ve “Ne istiyorsan ver” demesi üzerine nüfus memuru “Şengör” soyadını uygun görüyor .
Daha sonra İstiklal Savaşı kazanılıyor ve Celal Şengör’ün dedesi(annesinin babası) Mehmet Sipahioğlu bir gecede tahmin dahi edemeyeceği bir servete ulaşıyor.
Olay şöyle gerçekleşiyor; Atatürk’e yakın isimlerden Kazım Taşkent Celal Şengör’ün babaannesinin kuzenidir. Şeker Fabrikaları kurulurken, Şeker Fabrikaları Umum Müdürü Kazım Taşkent, bir gün Atatürk'le konuşuyor. Atatürk, Taşkent'e, "Almanya'dan bu fabrikaların makinalarını nakledecek bir şirket lâzım bize. Bunun için de güvenilir bir adam bulmamız gerek. Çünkü bu adama kredi verip zengin edeceğiz. Dolayısıyla, bizim adamımız olması şart" diyor. Kazım Taşkent'in aklına Celal Şengör’ün dedesi Mehmet Sipahioğlu geliyor.
Aile büyük bir servetin sahibi olmuş. Bu serveti katlayan önemli bir gelişme ise ;Celal Şengör’ün dayıları Melih ve Semih Sipahioğlu Fruko-Pepsi’yi Türkiye’ye getiren kişiler olmuş.
Sefa Kaplan’ın Bir Bilim Adamının Serüveni adlı söyleşi kitabında Celal Şengör Uşakla ilgili olarak bir anasını şu şeklide anlatıyor;
Albert Walther Bally, Shell şirketinin baş jeologu. Albert Bally İstanbul’a geldiğinde, ben arabayla onu İstanbul’dan aldım, Antalya’ya götürdüm. Hatta yolda enteresan bir hadise oldu. Uşak’ta benzin alacağız. Albert Bally, Shell kredi kartını çıkardı. Ona, “Bu kart dünyanın her yerinde geçer” demişler. Gece saat bir. Çalışan adamcağız doldurdu benzini, kredi kartını takdim ettik. Hayatında ilk defa görüyor böyle bir şeyi.
— 1978’de tabii...
— Evet ama bir de bu Shell’in özel kredi kartı. Adam baktı baktı, “Valla efendim, ben böyle bir şeyden haberdar değilim, şimdi ayıp da oldu” dedi. “Üzülme, bu öyle bir şey değil, biz hemen parasını öderiz” dedim. Bunun üzerine Albert Bally arabadan dışarı çıktı. Adamcağıza takdim ettim, “Beyefendi, Shell’in şef jeoloğu” dedim. Alberto da çıkartıp kartını uzattı.
Bizim pompacı, “Bir dakika” deyip içeri koştu ve beş- on dakika sonra eşi ve çocuklarıyla geri geldi. Güzelce giyinmişlerdi. Adam uyandırmış bunları. Teker teker Bally’nin elini sıktılar, “Hoş geldiniz, çay içer misiniz?” dediler.
— Bir de beğenmezsiniz bu milleti...
— Bütün bunlar tabii ilkelliğin göstergeleri. Normal Avrupalı gece yarısı karısını, Shell’in şef jeoloğu geldi diye kaldırmaz. Neyse, biz Alberto ve eşi rahmetli Nelly’yle Antalya’ya vardık, otele gittik. Arkasından da bu geziye katıldık. Bu gezi benim gözümü iki bakımdan açtı. Birincisi, Toroslar’ın yapısını öğrendim. Ve baktım ki, Himalayalar’a çok benziyor. İnanılmaz bir şeydi bu. İkincisi, oradaki Fransızlar, bu gezi için çok güzel ve faydalı bir gezi kılavuzu yapmışlardı. Bunun ardından ben Fransızlar’la ahbaplığı ilerlettim ve onlara kendimi takdim ettim. Uzun zaman inanıp inanmamakta zorluk çektiler. “Ben üçüncü sınıf öğrencisiyim ama Dewey’niıı öğrencisiyim” deyince bütün kapılar açıldı. Bunların hepsinden bana çalışmalarım göndermelerini rica ettim. Hepsi de gönderdi. Fakat bu çalışmaların hepsi Fransızca ve ben Fransızca bilmiyorum.