Bir ülkedeki eğitimin her geçen gün alarm veriyor olması, bir türlü temelin kurulamaması, her gelen Milli Eğitim Bakanı bir önceki sistemden yakınması, başka sistemi savunarak görevini yürütmeye çalışması eğitimde sorunları çözmek yerine daha da çoğalmasına da neden olmaz mı? Kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün gerçekten eğitim, çağdaş yaşantımızın ana damarıdır. Söz konusu olan bu damar ne kadar sağlıklı olursa o nispette de yaşamımız rahat etmez mi?
Bilim, Felsefe, Teknoloji, Hukuk, Edebiyat...Bütün bunlar, aynı zamanda insani değerler değil midir? İnsanın değerli bir varlık olduğunu kabul etmezsek ne etik değerleri ne de insan haklarını temellendirebilmek mümkün müdür? İnsan değerli bir varlık yapan unsur, değerler üretmesi değil midir? İnsan esas itibari ile değerler üreten bir varlık olduğu için bu değerleri üretmesinin olanaklarına ortam sağlamak gerekmez mi? Bu olanakların geliştirilmesinin engellenmesi, insan haklarının ihlal edilmesi, bir anlamda insanlığa yapılan en büyük kötülük değil midir? Şayet insanların yaşam haklarını korursanız, eğitim hakkını ve diğer temel haklarını korursanız; insanların geliştirdikleri olanakları insanlığa faydalı olacak şekilde ortaya koyabilmeleri mümkün olmaz mı?
Vazgeçilebilirmi ki, eğitimden, eğitim sorunlarından? Acaba ülkemizde “Sürdürülebilir Eğitim Politikasını” oluşturma zamanı gelmedi mi? Bakınız! AB”nin tüm üye ülkelere uyarı yaparak genç işsizliğin azaltılmasında programlama derslerinin orta öğretime konulmasının önemi üzerinde durulduğunun; zenginler ligine çıkış yolunun ise “Yeni Ekonomi” olduğu ve ekonomik büyümenin belkemiğinin ise sağlam bir “İnovasyon” ortamının oluşturulmasından geçtiğinin farkında mıyız? Bu aşamada toplum olarak, araştırmacıların özgürce bilgiye ulaşabilmelerinin ve eğitimde fırsat eşitliğinin öneminin farkında mıyız? Bir başka anlatımla, eğitimde adil rekabet ortamının, herkesi kapsayan bir kurumsal yapının oluşması gerektiğini biliyor muyuz?
Kabullensek de kabullenmesek de, bir takım gerçekleri ifade etmemiz gerekmiyor mu? Meslek Yüksek Okullarının, "Mesleksizlik Okulu" Fakültelerin ise "Yüksek Lise" düzeyine geldiği ve her "Diplomalının" umudunu sadece Devlete bağladığı, üretmek yerine tüketmenin moda haline geldiği bir noktada; Ülke kalkınmasının tek çıkış noktası; günü kurtarmak yerine, gerçek anlamda eğitim reformunun alt yapısını oluşturmak değil midir?
Bu ülkenin çocuklarının PİSA Eğitim Becerileri Sınavlarında OECD (Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü) ortalaması olan yüzde 15 rakamının oldukça gerisinde kalmaları; bu denli hassas konu üzerinde, ciddi bir yeni başlangıç yapılmasına ve mümkünse ilk çıkışın temel bilimler fen ve matematik alanı ile teknoloji ve mühendislik başlıklarında gerçekleştirilmesine ihtiyaç olduğunu göstermiyor mu?
Toplum olarak elbette, eğitim konusunda son 20 yılda nicelik (bina, ekipman) olarak önemli eksikliklerin giderildiği görülüyor ancak eğitimin nitelik yönünün ihmal edildiği gerçeğinin, farkında olmamız gerekiyor? Ülke olarak eğitimde daha çok kat edeceğimiz, uzun ve meşakkatli yollar olduğunun farkında mıyız? Başta eğitimcilerimiz olmak üzere toplum olarak eğitim konusuna daha fazla kafa yormamız gerekmez mi? Nitelikli eğitim yapısının, uygulayacağı eğitim sisteminin; ortak felsefesi, modeli, stratejisi ve yöntemlerinde, toplumla mutabakat içinde tüm parçaları uyumlu bir sistem elde edilirken, aynı zamanda sürdürülebilir bir eğitim politikası ve geleneğine de zaman içinde sahip olmamız gerekmiyor mu?
Kim demiş ki, "Zanaat Altın Bileziktir" diye? İnanın, kasketli, masum, bir çiftçi babanın çocuğu olarak, büyüklerimin söyledikleri bugün hala kulaklarımı çınlatıyor! Bir zamanlar, Terzi Çırağı olabilmek için torpil gerekiyormuş. Ya şimdilerde, çalışacak çırak bile bulunamıyor? Bu durum, MESLEKİ EĞİTİM sorunu değil midir? Zaman gelecek, söküğümüzü diktirecek, ayakkabılarımızı tamir ettirecek, yemek yediğimiz kaplarımızı kalaylatacak kimse bulamayacağız herhalde? Ne yazık ki, yıllarca alın teri, el emeği, göz nuru dökülerek öğrenilen birçok zanaat, bugünlerde teknoloji karşısında can çekişiyor. Gelişen teknolojiye ayak uyduramayan asırlık meslekler bir bir yok oluyor? Geleneksel Türk el sanatları ve meslekleri arasında yer alan nalbantlık, kalaycılık, yorgancılık, ayakkabı tamirciliği, terzilik meslek dalları teknolojiye ayak uyduramayıp çırak yetiştirilemediği için günümüzde yok olmaya mahkum olmuş? Öyleyse hal çaresine bakmak da gerekmez mi?
Ülkelerin yegane kalkınması ve gelişmesi; iyi bir eğitim sisteminin varlığına bağlı değil midir? Bu noktada, son yılların en inovatif ülkelerinden birinin Finlandiya olduğunu da biliyor muyuz? Finlandiya”nın,"Bilgiye Özgürce Erişim" de 180 ülke arasında 1. Sırada; "Hukukun Üstünlüğü" endeksinde ise 180 ülke arasında ilk 4 ülkeden biri olduğunu biliyor muyuz? Eğitim sisteminde bizdekinin tersine; geleneksel okul yaşamının esas alındığını; günde 4 saat eğitim, ödev ve okul servisinin olmadığını; ayrıca ciddi bir öğretmen yetiştirme programı uygulandığını; böyle bir yapıdan dünyanın en ileri inovasyon ürünleri, ileri teknoloji, nükleer enerji ve en başarılı orman yönetim sistemlerini kuran nitelikli insan kaynağının nasıl yetişebildiğini biliyor muyuz?
Ayrıca eğitim sisteminin tek başına ülke kalkınmasını omuzlayacak yüksek nitelikli insan kaynağını yetiştirmesinin mümkün olmadığının farkında olmamız gerekmiyor mu? Öyleyse Eğitim reformunu destekleyecek bir ekosisteme ihtiyaç olduğu gerçeğini neden göz ardı ediyoruz? Velhasılı öğrenci, bir yandan eğitim ortamında donatılırken diğer yandan yaşadığı ülkeye güvenini arttıracak, gelecek beklentilerinin en ideal şekli ile çocuğun belleğinde oluşması ve inandığı bu gelecek tahayyülünün ülkeyi yönetenler tarafından sürdürülebilir kılınması çok büyük önem arz etmiyor mu? Sözün özü şu: Gerçekten, ayağı yere basan Eğitim Reformu; ekosistem ile birlikte anlam ifade ettiğini, ekosistem oluşumunun, eğitim reformundan daha fazla ev ödevini bünyesinde barındırdığı gerçeğinin de bilinmesi gerekmiyor mu? Bugün gelinen noktada eğitimdeki en büyük sorun mesleki eğitim sorunu da değil midir? Hoşça kalın, dostça kalın, sevgiyle kalın!